5 Mayıs 2024 Pazar

Rüya Günlükleri 4 (Hikaye)



 Merhabalar, seriye biraz ara vermiştim, devam edeyim dedim. İyi okumalar dilerim. 😊


(Selin, öğrenci, 14 yaşında)


 Ormanda yürüyorum, hava nemli, yakın zamanda yağmur yağmış. Önümde uzanıp giden ayak izleri dikkatimi çekiyor, sadece sol ayağa ait olan izler. Ansızın sağanak başladı ve yağmur izleri süpürüp gitti.

 Uyandığımda gökyüzü kara bulutlarla kaplanmıştı, uzakta şimşekler çakıyordu. Bir süre camın önünde dikilip puslu havaya baktım. Durgun hissediyordum, belki de gördüğüm rüya yüzündendi. Okula geç kalmamak için istemeden de olsa hazırlanıp evden çıktım.

 O gün sınıfa yeni bir öğrenci geldi, hocamız onu bizimle tanıştırdı. Gülümsemesine rağmen Begüm’ün gözlerinde bir hüzün vardı. Kendisine gösterilen yere oturdu, hareketleri temkinliydi. Bir ara bakışlarımız buluştu, tam gülümseyecektim ki rengi attı, donup kaldı. Sonra bir şey olmamış gibi önüne döndü ancak ellerinin titrediği gözümden kaçmadı. Tepkisine bir anlam verememiştim, şaşkındım. Sonraki günlerde Begüm biraz açıldı, arkadaşız diyemesem de sohbet etmeye başlamıştık. Bir gün ders arasında uyuyakaldım.

 Kalabalık bir meydandaydım. Gürültüye rağmen birinin bana seslendiğini işittim. Etrafa bakınınca Begüm’ü gördüm, ona doğru ilerledim. O ise öylece dikilmiş, hiç adım atmıyordu. Sonunda insanların aşıp ona ulaştığımda gördüğüm şey boğazımı düğümledi. Sağ ayağı yoktu, bileğinden aşağıya sızan kan yeri boyamıştı.

 İrkilerek uyandım. Korkunç bir manzaraydı. Daha korkunç olan Begüm’ün ifadesiz yüzüydü. İstemsizce dönüp ona baktım. Kalın kapaklı bir deftere bir şeyler yazmakla meşguldü. Yanına gittiğimde defteri hızlıca kapattı. Görmemi istememişti belli. Bu durum kafama çok takıldı, bir yolunu bulup ne yazdığını öğrenmeliydim. Sonraki arada bir bahane ile onu kantine yolladım, tereddüt etse de rahatsız olduğuma inanıp su almaya gitti. Diğer öğrencilere çaktırmadan Begüm’ün sırasına oturdum ve çantasından defteri aldım. Günlüğe benziyordu, son sayfaları açtım. Yazısı güzelmiş doğrusu. Mırıldanarak okumaya başladım. 

 “Bu kötü bir tesadüf ama yeni okulumda onu gördüm. İnanılacak gibi değil. Sık sık rüyalarıma giren o kız, adı Selinmiş. Eğer başına ne geleceğini söylesem yıkılırdı. Geleceği gördüğümden ona bahsedemem.” İyice meraklanmış tedirgin olmuştum, sonraki sayfaya geçtim. “Selin ile aramız iyi gibi ama onu ne zaman görsem aklıma o kaza geliyor. Fazla zaman kalmadı. Onu uyarsam bile değişen bir şey olmayacak, bunun için üzgünüm.”

 O anda zil çalınca Begüm’ün gelmek üzere olduğunu düşünüp defteri hemen yerine koydum. Kendi sırama geçtim. Boğazım kurumaya başlamıştı, ikimizin de birbirimizi görmesi bir rastlantı mıydı? Geleceği görmek mümkün müydü? Günlerce aklımı kurcaladı bu durum, paranoyak olmaya başlamıştım. Gerçekten bir kaza geçirecek miydim?

 Akşam ders yapmak üzere odama çekildim. Masa lambasının titrek ışığı dikkatimi dağıttı. Işığı kapattım, sokak lambası az da olsa içeriyi aydınlatıyordu. Soğuk balkona çıktım, o sırada markete giren Begüm’ü fark ettim. Evlerinin bu civarda olduğunu biliyordum, demek yakınlarda oturuyordu. Hemen ceketimi alıp dışarı çıktım. Beni görünce rengi soldu. “Biraz yürüyelim mi?” dedim. Boyun eğmişçesine başını salladı. Caddeden uzaklaşıp ara sokağa geçtik.

 “Günlüğüne yazdıklarını okudum. Rüyanda tam olarak ne gördün?” dedim. 

 Düşündüğümden daha sakin konuşabilmiştim. Begüm ise düşüncelere daldı, saatine baktı, sonra yavaşça konuştu. “Vakit geldi, olacaklar için üzgünüm. Birkaç hafta gözlerini açamayacaksın.” Başını çevirip boş sokağın diğer tarafına baktı. O anda büyük bir gürültü yükseldi. Freni patlamış bir kamyonet kornaya basa basa sokağa daldı. Donup kalmıştım, kaçacak yer aradım ama bir duvarın dibindeydik. Kendimi yana attıysam da gecenin içinde bir çarpışma sesi yankılandı. Savrulup yere düştüğümü ve her yerin toz toprak olduğunu anımsıyorum. Sonra keskin bir sancı tüm bedenimi sardı. Güçlükle nefes alırken birkaç metre ötede yatan, ayağı kanlar içindeki Begüm’ü gördüm. Ben nereden hasar almıştım bilmiyorum, kımıldayamıyordum, kemiklerim birbirine geçmiş gibiydi. İnsanlar koşuştururken bilincim yavaş yavaş kapanmaya başladı.


4 Mayıs 2024 Cumartesi

Karagöz Dersaadet'te Gölge Oyunu (Kitap)

 


 Blog arkadaşımız Tefrika'nın yorumlarından sonra kitabı merakla okumaya başladım. Gerçekten farklı ve dikkat çekiciydi.

  Dersaadet'te gizemli olaylar yaşanmaya başlayınca fısıltılar, dedikodular alır başını gider. Kıyametin yaklaştığı söylentileri ortamı daha da gerer. Bu süreçte Zaptiye Teşkilatı'nın  hafiyeleri Karagöz ve Cevat, Muzaffer Bey'in talimatlarını yerine getirir. Ancak onlar gizemi çözmek için çabaladıkça başlarına türlü belalar gelir. Korku ile insanların elini kolunu bağlayan, Sultan'ı alt etmek isteyen kimdir? Bunu öğrenmek pek kolay olmayacak.

 Kitabın dili akıcı olduğu için bir çırpıda ve keyifle okudum. Karakterler çok iyi tasarlanmış. Öyle ki okurken gerçekten o döneme gidip gelmiş gibi hissettim kendimi. Mekânlar, diyaloglar, karakterlerin esprili atışmaları tam bir uyum içindeydi. Karagöz'ün cabbarlığı, Cevat'ın hazır cevaplılığı ve ölüme kafa tutuşu, Sami'nin talihsiz laboratuvarları, yakışıklı Ziya'nın ha bire bozulan fiyakası güzel detaylardı.

 Tüm bunların dışında arka planda gelişen olaylar ve insanların zaaflarının neye sebep olduğunu görmek manidardı. Tüm sırlar yavaş yavaş çözülürken kurgunun zenginliğinin farkına varıyoruz. Finalini de beğendim, yazarın kalemine sağlık.

 Kitabı genel olarak sevdim, biraz argo kelimeler var, okumak isteyeceklere söylemiş olayım. Farklı bir kurgu okumak isteyenlere tavsiye ederim. :)


Mahzenlerde güneş yüzü görmesin, bitlenip pirelenip uyuz olsun, parmaklarını fareler kemirsin de kaşınacak tırnak bulamasın...


"Ne yani, adamlar bekliyor diye laboratuvarı mı patlatacağız?" Sami Bey Cevat'ın gözlerinde beliren ifadeden ürktü.

"Olmaz Cevat Beycim!"

"Sanki ilk defa mı yapacaksın Sami Beycim?"


Şu şişler, yaralarım geçer de, güzel çehrem kara bulutların arkasındaki güneş gibi yeniden doğar inan lakin senin şu façan duvardaki çentik gibi kalacak yüzünde korkarım.


Ölümden korkmuyorum izzetle ölmek zilletle yaşamaktan yeğdir.


İnsanlar ekseriyetle güneşe dönen ayçiçeği gibi güce yönelen döneklerdir.


29 Nisan 2024 Pazartesi

19 Dakika (Kitap)

 


 Kitap, çocukluğundan beri akran zorbalığına maruz kalan bir öğrencinin önceden tasarlayarak okul baskını yapması ve çok sayıda kişiyi öldürmesini anlatıyor. Bunun neticesinde bir taraf kanıtları toplayıp durumu kontrol altına almaya çalışırken savunma tarafı öğrencinin neden böyle bir yola başvurmak zorunda kaldığını anlatmaya çalışıyor.

 Saldırıdan yaralı kurtulanlar uzun süre olayın etkisinden kurtulamaz. Yargıcın kızı da saldırıda yaralananlardan biridir. Tarafsız olacağını düşünerek davayı alır ancak zamanla üzerinde çok baskı hisseder. Küçük bir yerleşim yerinde yaşadıkları için de neredeyse herkes birbirini tanımaktadır, bu da işleri kolaylaştırmaz.

 Fazla spoiler vermemek için konuyu kısaca özetledim. Kitaptaki karakterler ve yaşam tarzlarını (popülerlik sevdası, evlilik dışı ilişkiler, çarpık ilişkiler) sevmesem de olay anı ve sonraki mahkeme süreci dikkat çekiciydi. İlerleyen sayfalarda yazar sık sık geçmişe dönüş yapıyor ve saldırgan Peter hakkında daha fazla fikir sahibi oluyoruz. 

 İş işten geçtikten sonra artık ortada önlenebilecek bir şey kalmıyor. Yıllardır süren zorbalık, okul yönetiminin ciddi bir önlem almaması, anne babanın ortadaki sorunu önemli bir mesele gibi görmemesi hepsi birleşince ortaya patlamaya hazır bir bomba çıkmış. Aslında kaza geliyorum demiş ama herkes buna gözlerini kapatmış. Elbette böyle bir katliam acımasızca, asıl mesele kişiyi buna itecek sebepleri ortadan kaldırmaktır. Akran zorbalığı günümüzde çok fazla ve nedense ciddi şekilde ele alınmıyor. Yapan yaptığıyla kaldığı sürece bu şekilde tepkiler de ortaya çıkmaya devam edecektir. Kitabın bu noktada farkındalık uyandıracağını düşünüyorum. Mahkeme ile ilgili kısımları sevdim. İki tarafın da olaya bakış açısı iyi yansıtılmış. Finali ise çok şaşırtıcı sayılmaz. 

 Genel olarak konuşmam gerekirse maalesef aile yapısı her geçen gün bozuluyor, bunun olumsuz sonuçlarını görmek zor değil.  Aşk adı altında şehvetin anlatıldığı, evlilik dışı ilişkinin normalleştirildiği, plan dışı bebek olursa aldır gitsin mantığı... Toplumumuzu, gençleri koruyacak olanlar bizleriz. Olumsuz şeyler hayatın gerçeği diye doğru olduğu ya da kabul edileceği anlamına gelmiyor. Kitaplarda, filmlerde, her yerde müstehcenlik (insanların aklında sadece bu varmış gibi) görmekten bıktım, itici geliyor sadece. O yüzden kitap beni pek içine çekmedi, beklediğim etkiyi alamadım.


Kendini suçlama, bu senin suçun değil. Ne var ki bu bir yalan. Hepimiz bu noktaya tek başıma gelmediğimi biliyoruz.


Gerçekleri farklı hale getiremezdiniz; yalnızca onlara bakış açınızı değiştirebilirdiniz.


Kırılan bir şeyi onarabilirdiniz ama bunu yapan kişi sizseniz, kalbinizde çatlakların nerede olduğunu hep bilirdiniz.


Bir çocuğun yaptıklarından kendine pay çıkarmak, aynı zamanda yaptığı yanlışların sorumluluğunu da kabullenmek demekti.


26 Nisan 2024 Cuma

Drizzt Efsanesi 13. Kitap (Kılıçlar Denizi)

 


 Drizzt Serisi'nin elimdeki son kitabını okudum. Bu bölümde yine bir yolculuğu okuyoruz. Drizzt ve diğerleri yakın dostları için bir korsanın peşine düşerler. Dostlarına ulaşmanın yolu o korsanı bulmaktan geçiyordur çünkü onun elinde dostlarına ait kuvvetli bir silah vardır.

 Bir kara elfin ve ünlü bir denizcinin gemisiyle peşinde olduğunu öğrenen kadın korsan ise sert çarpışma için hazırlıklara başlar. Kolay kolay yenilmeye niyeti yoktur.

 Son iki kitap bende öncekiler gibi heyecan uyandırmadı. Ben daha çok Drizzt'in iç dünyasına tanıklık etmeyi, onun zamanla şekillenen düşüncelerini okumayı sevmiştim. Aynı zamanda kiralık katil ile aralarındaki gerilimi ve defalarca yüzleşmelerini etkileyici bulmuştum. Seri ilerledikçe Drizzt sanki yan karaktermiş gibi geri plana itildi. Açıkçası diğer karakterler beni pek sarmadı. Hikaye uzasın diye çok da gerekli olmayan olay ve kişilere yer verilmiş gibi geldi bana. Bu da seriyi okurken duyduğum eski heyecanı bırakmadı.

 Drizzt daha çok arada bir dövüşen ve dostlarıyla hareket eden biri haline geldi. Sorunlar büyük ölçüde çözülüp de Drizzt'in içindeki karmaşa azalınca eski derinliğini hissedemedim. Serinin devamını sanırım almayacağım. Kiralık katil Entreri ile alakalı Kiralık Kılıçlar serisi var, alabilirsem o kitapları okumayı istiyorum. Çünkü Entreri olumlu anlamda gelişme göstermeye başlamıştı. :) Alıntılarla veda edeyim.


Muhtemel -ve sadece muhtemel- bir geleceğin yasını tutarken şimdiki zamanın akıp geçmişe karışmasına izin vermekle ne büyük aptallık etmişim.


"Öyleyse artık benim olmayan bir oğuldan onun olmayan bir kız çocuğu torunum var,"


Mutluluğa giden yol, kendine güvenme ve kendi değerini bilme duygusuyla, dünyayı daha iyi bir yer haline getirme veya güçlüklere rağmen inançlarımız için mücadele etme hissiyatıyla inşa edilmiştir.


Hayır, bana yolları ve tehlikeleri verin, doğru olanı yapma yolunda belli bir amaçla ilerleme umudunu verin, bana başarıya ulaşma hissini verin. Ancak öyle mutlu olabilirim.


21 Nisan 2024 Pazar

Gidilemeyen Gezi 🙄

 

 Bugün için bir ay önceden bir turla görüşmüş yer ayırtmıştım. Çok da hevesliydim ama ben ne zaman bir şey istesem en küçük şeyler bile olumsuz sonuçlandığı için bu duruma şaşırmadım. Sanırım talep az diye gezi iptal edilmiş ama bana haber vermeyi akıl edememişler. Sabah sürekli mesaj atıp aramama rağmen yanıt veren olmadı. Haliyle sinirlendim, yanımdaki bir akrabam kendi telefonundan arayınca açtılar, telefonu alıp söylendim ben de. Gezinin iptal olduğuna dair mesaj almadınız mı dedi telefondaki kişi. Aldım da keyfimden sabahın köründe, soğukta bekledim sanki.

 İnstagramdan da yazdım, sonra dönüş yaptılar, kusura bakmayın, hata olmuş, telafi edelim diye. Ücretsiz olarak başka yere götürmeyi önerdiler. Ücretimi geri alayım başka şey istemem, zahmet etmeyin dedim. Artık hevesim de kaçtı o turla bir yere gitmem. Ödeme de geri yapıldı az önce. Akrabam da bir gün arabaya atlayıp beraber gideriz, boş ver turu muru dedi. Havalar biraz daha düzelsin, birkaç akraba birlikte gitmeyi planlıyoruz. En azından kafamız rahat dolaşırız.

 Anlamıyorum böyle basit bir mesele bile nasıl hallolmuyor? Millet günlerce tatil yapar, gezer bir şey olmaz. Günübirlik gezi planı bile burnumuzdan geldi. Neyse, kısmet değilmiş. 

16 Nisan 2024 Salı

Kış Bahçesi (Kitap)

  



 Bir süredir okuma konusunda yavaşım, Ramazan ve bayram derken günler çabuk geçmiş. Yazardan okuduğum ilk kitaptı bu, oldukça sevdim ben. :)

  Aziz kendi halinde, yalnız yaşayan ve bir süredir bir şey yazamayan bir yazar. Geçimini zor sağladığı bir dönemde gizemli bir telefon alır ve verilen adrese gider. Bir iş teklifi alır ama buna anlam veremez, bir genç kızı takip edip, gün içinde yaptığı şeyleri rapor etmesi istenir ondan. Başta karşı çıksa da kabul eder, kız gezer o gezer, notlar alır. Günler geçtikçe Aziz yaptıklarında bir anlam bulamaz ve işi bırakmaya karar verir. 

 Harun ise hayatın içinde oradan oraya savrulan biri. Ailesini terk etmiş, eski okul arkadaşlarının izini sürüyor. Umutsuzca onları ararken aslında bir amaca tutunabilmenin kendisine sarılıyor. Ailesiyle, geçmişiyle, kendisiyle bile barışık biri değil. Bir adım atsa da bazen devamını getiremiyor, yılmış sanki. 

 Aziz karakteri bana doğal ve samimi geldi. Detaylara çok takılması, kafasının içinde dönen düşünceler ve hayaller, düşündüklerini çoğunlukla bir süzgeçten geçirip de kendini daha yalın ifade etmesi bana biraz kendimi anımsattı. Karakterin kendine has bir duruşu var, okurken ondaki farklılığı hissedebiliyoruz. Biraz da belirsiz bir karakter olduğu için sonraki kararını, hamlesini merak ettim hep.

  Yazarın üslubunu çok beğendim. Cümlelerinin insanın içine dokunan bir yanı var. Kitap boyunca farklı bir tat aldım. Aziz ve Derya'nın sohbetleri çok ilgimi çekti. Birbirinden çok farklı iki insanın bir noktada kesişen yolları ve birbirlerinin hayatlarına olan etkilerini ilgiyle okudum. Özellikle Aziz'in yoğun iç dünyasının bu şekilde ön planda tutulmasını sevdim. Sayfalar ilerledikçe konunun nereye bağlanacağını merak ettim, beklenmedik ve etkileyici bir sonla karşılaştım. Artık yazarın diğer kitaplarını da okumak istiyorum. :)


Kendimden sakladığım rahatsızlığım kendim tarafından fark edildi, sanırım dün gece, sanırım bu sebeple keyifsizim bugün, sanırım anlatmayacağım hemen.


Vakit önemli, artık tamamen kendisine ait de olsa, önemli. İnsan kendisine ait olana mı daha hoyrat davranır yoksa.


Yorgunluktan halının üzerine yığılmak üzereyken, saat sabaha doğruyu gösterirken ve gözlerim kızarmış, içim tıka basa yeni kelimeler üretemeyen bir kalbin kısırlığı ve üretme ihtimalinin umuduyla doluyken, seviyordum kendimi, katıksız, güvenle, merhametle.


Bazı insanların kalbi çatlaklarla doludur. Yaşananların pek önemi yoktur, o çatlakların kapanması için olması gerekenler olmadığı müddetçe, yaşanan her şey o çatlakları büyütür.


13 Nisan 2024 Cumartesi

Manga Okuyorum (JJK)

 


 Günlerdir fırsat buldukça Jujutsu'nun mangasını okuyordum, sonunda güncele geldim. Zaman zaman manga yazarı Gege'ye kızarak, söylenerek okudum yine de hakkını yemeyim hayal gücü ve zekası kendini belli ediyor. Tabi aksiyon sahneleri mangada çok anlaşılmıyor, animesinin devamı gelse de izlesek. Yazım biraz spoiler içerecek. (manga-sehri.com sitesinden okudum, görseller da oradan alıntıdır.) 

 Bir sürü yeni karakter eklenmiş, bazılarını sevdim, bazılarını hiç sevmedim. Yine de hepsi (neredeyse hepsi) bir amaç için eklenmiş, Lanetler Kralı Sukuna'nın güç kaybetmesine katkıda bulunmak için. Bu Sukuna yüzlerce yıl önce yaşamış, çok güçlü ve yenilmez biri. Planını ağır ağır işleyip Gojo'ya en hasar verebileceği şekilde kendini donatıyor. Tabii özgüvenin vücut bulmuş hali olan beyaz saçlı mavi gözlü Gojomuz yine havalı bir şekilde sahneye çıkıyor ve beklenmedik bir saldırıyla karşılaşıyor. 

 Gege'nin Gojo'yu sevmediğini zaten biliyoruz da neden bu kadar Sukuna'nın tarafında anlamıyorum. Eğer animenin 3.sezonuna yetişirse bu bölümler, heyecanlı bir dövüş bizi bekliyor olacak. En çok bu dövüşü sabırsızlıkla okudum. Burada da anlıyoruz ki Megumi ruhsal açıdan İtadori kadar dayanıklı değil, İtadori yüz kere düşse de tekrar kalkan biriydi, hatta taşıyıcısı olan Sukuna'nın bile dikkatini çekti bu durum. Megumi'nin sonu ne olacak bilmiyorum ama durumunun iyiye gitmesini çok istiyorum. Çünkü animede kendime en yakın hissettiğim karakter oydu. Biraz içine kapanık da bir yanı var, her şeye mesafeli olunca yediği duygusal darbe onu İtadori'ye göre çok daha etkilemiş görünüyor. Dibe düştü, birileri çıkarabilir mi onu bilmiyorum. Öğrenmek için manganın devamını bekleyeceğim mecburen. İtadori de güçlenmeye devam ediyor ama sanki aniden olmuş gibi görünüyor. Onun bu güçlenme aşamasının daha detaylı işlenmesini isterdim. 

 Sukuna ve Gojo dövüşü öncesindeki olaylar biraz uzatılmış gibi geldi bana. Yeni karakterlerle çok bağ kuramadan hepsi birer birer dökülmeye başladı. İtici bulduğum karakterlerin dökülmesine sevindim gerçi orası ayrı. :)

 Jujutsu Kaisen diğer animelere göre biraz farklı. Bazı şeyler hızlı gelişiyor. Mesela çok üzücü olabilecek sahneler üzerinde bile çok durulmadığı için okurken kendinizi hooop başka bir olayın, durumun içinde buluyorsunuz. Dramı pek hissettirmiyor yani, olumsuz gibi görünse de gereksiz şekilde acı ve dramı uzatmıyor. Karakterler geçmişe saplanıp kalmıyor, amaçlarına yönelik harekete geçiyorlar bir an önce. Bu da karakterleri olduğundan daha duygusuz gösterebiliyor. Gojo'yu küçümseyen çok okuyucu/izleyici de var mesela. Bence o bu kişiliğe ile benzersiz biri. Her üstün karakterin aynı davranmasını, her şeye ağlayıp sızlamasını bekleyemeyiz. Gojo'nun başkalarına benzemeyen, rahat ama temkinli, yalnız ama buna aldırmayan, insanlara karşı beklentisiz ama korumacı olan yönünü çok seviyorum. Bu da onu üstün ve ulaşılmaz bir seviyeye taşımış. Ulaşılmaz derken etrafında onu anlayabilen, ona ayak uydurabilecek biri yok.

 Sonuç olarak manga benim açımdan üzücü bir yere doğru gidiyor. Devamında ne olur bilmiyorum ama Gege'nin yaptığı o şeyi geri almasını umuyorum. Bu kadar gıcık bir manga yazarı görmedim. Biraz da iyilere çalışsın canım bu ne? 😅 


  
 Böyle anlamlı bir sahne eklenmişken devamında önemli bir gelişme (dramatik) olmasını beklemiştim, burası bile hızla geçilmiş, Gojo'nun neden sarıldığı belirsiz, tabi onu iyi tanıyanlar niyetini anlayabilir.


 Megumi'nin ruhunda açılan hasar... İtadori'ye rağmen dipten çıkamayacak gibi. Umarım yaşam amacını bulur tekrar.


   
 İtadori 2.sezondaki çöküşlerine rağmen iyi toparlandı, bundan sonra da yıkılmaz gibi geliyor. 

5 Nisan 2024 Cuma

Rüya Günlükleri 3 (Hikaye)

 


 Not: Serinin öncekilerden bağımsız 3. öyküsü. Mushishi animesindeki ışık nehrinden ilham alarak yazdım. Görsel de animeden bir sahne.


 (Eray, makinist, 37 yaşında) 


 Gün batmak üzereyken sıradaki istasyona yaklaştım. Bu şehre her geldiğimde tedirgin hissediyordum. Nedenini anlamasam da kötü bir şey olacağı hissi içimden çıkmıyordu ve buradan ayrılınca rahat bir nefes alabiliyordum.

 Gün sonunda yorgun halde eve döndüğümde çocukların uyumuş olduğunu gördüm. Eşim Hande ise sofranın başında bekliyordu, geç kalmama rağmen gülümsedi. Hemen yemeğe geçtik, ardından o meyve getirene kadar uzandığım kanepede uyuyakaldım.

 Gece karanlığında, rayların üstünde son sürat giderken telaşa kapılmış haldeydim. Beni huzursuz eden o istasyona hızla yaklaşıyordum ve treni hiçbir şekilde yavaşlatamıyordum. Koca trende yapayalnız olduğumu fark edince tedirginliğim daha da arttı, kimseyle iletişime de geçemiyordum, cihazlar çalışmıyordu. Soldaki tepe de geride kaldığına göre birkaç dakika içinde istasyona varacaktım.

 İyice elim ayağıma dolaşmıştı ki istasyona varmamla trenin aniden durması bir oldu. Hızımı alamayınca yere düşüp yuvarlandım. Telaşla dışarı çıktım ama ortalarda kimse görünmüyordu, terk edilmiş bir yere düşmüş gibiydim. Gecenin karanlığında uzaklardan vuran bir ışık huzmesi dikkatimi çekti. O yöne gitme konusunda dayanılmaz bir istek duydum. Merakım ağır basmıştı, istasyonu aşıp köşeyi döndüğümde bir ışık nehri ile karşılaştım. Nerede başladığı ve bittiği anlaşılmayan nehre büyülenmiş gibi baktım. Bu, dünyaya ait bir manzara olamazdı. Işık demetleri gözlerimi alıyordu ama başka yöne bakarsam nehri gözden kaybedebilirdim. İşte bunu göze alamıyordum.

 Birden uyandım, nerede olduğumu algılamaya çalıştım. Gözlerimde hafif sızı vardı, güneşe çok baktıktan sonra etrafı bir süre düzgün göremeyiz ya aynı şeyi yaşadım. Birkaç saniye gözlerimin ortama alışmasını bekledim. Hande de o sırada meyve tabakları ile çıkageldi. “Ne o, uyudun mu yoksa? Gözlerin de kızarmış, uykusuz kalmamaya dikkat et,” dedi.

 Gördüğüm rüya o kadar sıra dışıydı ki aklıma kazanmıştı. Bir yandan elma yerken telefonu elime aldım, hemen günlük uygulamasını açıp rüyayı detaylarıyla yazdım. Hande’ye rüyamdan bahsedince yorgun olduğum için öyle karmaşık şeyler görmüş olabileceğimi söyledi. Belki de haklıydı.

 Ertesi gün son sefere çıktığımda, o garip istasyona yaklaşmak bu kez beni germedi. Aksine içimde bir kıpırtı başladı, ışık nehri aklımdan çıkmıyordu. Dans edercesine kıvrılarak akan ışık demetleri ruhumu aydınlatıyor gibiydi. Sonra basit bir rüyanın bende böyle bir etki yapmasını yadırgadım. İstasyona yaklaştığımıza dair anons yapıldı ve yolcular her zamanki gibi inmek üzere hazırlanmaya başladılar.

 Treni durdurduğumda yolcularla birlikte inmemek için kendimi zor tutuyordum. Gidip bir baksam ne kaybederdim. İçimdeki sesi bastıramıyordum, dışarı çıkmak üzereydim ki yardımcı makinist nereye gittiğimi sordu. Bir yanıt vermeden geri döndüm, sorgularcasına yüzüme bakmayı sürdürdü. O an kararımı verdim, en azından izin günümde gelip burada rahatça dolaşabilirdim.

 O gece evde bizimkilerle bir süre vakit geçirdim. Çocuklar bugün oldukça hareketli ve neşeliydi. Sonunda onları yatağa yatırdığımızda esnemeye başladım. “Geç olmuş, hadi biz de yatalım,” dedi Hande.

 “Yarın izinliyim ama istersen birlikte film izleyelim. Ne zamandır diyordun.”

 Hande gülümseyip bana sarıldı. “Olsun, başka zaman izleriz. Yorgun görünüyorsun, çocuklar da rahat durmadı bugün.” Gerçekten de öyleydi, başımı yastığa koyar koymaz gözlerim ağırlaşmaya başladı.

 Işık nehrinin çok daha yakınındaydım. Nehrin derinliğini anlamak güçtü. Işıltı adeta başımı döndürüyordu, dünyanın geri kalanı silinip gitmiş gibiydi. Bakmaya doyamadığım manzarayı sadece gözlerimle değil adeta tüm duyularımla algılıyordum. Nehrin sesi yumuşacıktı, tamamen gevşemiştim, dünyevi dertler benden uzaklaşmıştı. Nehre daha da yaklaştım, ışığa dokunmak istiyordum. Belki yanardım ama buna değerdi. Bir dokunsam kopmaz bir bağla nehre bağlanacakmışım gibi geliyordu. Yavaşça ışıltılara dokundum, bir ferahlık kapladı içimi. Başımı eğip suya soktum, her yer bembeyazdı, sonra yavaşça başımı kaldırdığımda her şeyin karanlığa görüldüğünü fark ettim. Işık nehrine maruz kalmanın gözleri yiyip bitirdiği bilgisi zihnime aktı.

 Bağırarak uyandığımda gerçekten göremediğimi fark ettim. Her yer zifiri karanlıktı. Eşimin kalkıp telaşla ışığı yaktığını işittim ancak gözlerimdeki sancı devam ediyordu ve en ufak bir ışık dahi göremiyordum. “Eray gözlerin!” diye haykırdı Hande. “Gözlerin tamamen beyazlaşmış."


31 Mart 2024 Pazar

Son Vagon (Kitap)

 


 Yazardan okuduğum ilk kitap. Çorlu tren kazasını konu alıyor.

 Orhan o gün trendedir ve ağır yaralanmıştır. Sağlık ekipleri onla ilgilenirken Orhan kendi iç dünyasında geçmişiyle hesaplaşmakta, bir şeyleri sorgulamakta, ara ara bilincini kaybetmektedir.

 Orhan'ın oğlu Enis haberi aldığında herhangi bir eyleme geçmektense kendi dertlerine döner, sosyal medyada takılır. Sadece annesi Oya hastaneye gider. Oya bir yandan Orhan için endişelenirken bir yandan da oğlunun anormalliğinin farkına varır.

 Orhan kendi ailesinde göremediği ilgiyi kendi oğluna vermeye çalışmış, onun üstüne titremiş ve yetiştirilme tarzı Enis'i bambaşka biri haline getirmiştir.

 Kitaba başlarken daha çok kaza anını okuyacağımı, çok karakter tanıtacağımızı düşünmüştüm ama kaza olayı biraz geri planda kaldı. Orhan ve ailesinin sorunları, iç çatışmaları, sorgulamaları ele alınıyor daha çok. Tuhaf karakterler, yazarın sürekli ve çeşitli mesajlar verme çabası nedeniyle kitap pek içine çekmedi beni. Özellikle Enis sinirimi bozdu. Tamam, yeni nesil daha farklı, sosyal medyaya bağımlı ama bu bambaşka bir şey. Babası ölüm kalım savaşı veriyor onun aklı kendi oyun karakterinde, ne yiyeceğinde. Babasını seviyor da güya, sevdiği hali buysa gerisini düşünemiyorum. Bir de dikkatimi çeken kitap sanki eski dönemi anlatıyor gibi ara ara geçen, şu an pek kullanılmayan kelimelere yer verilmesiydi. Biraz dikkat dağıtıcı buldum.

 Yazarın verdiği kimi mesajlar yerindeydi. Aile bağları, geçmişin geleceği nasıl etkilediği gibi farkındalık sağlayacak kısımlar anlamlıydı. Ama önceden saydığım sebepler yüzünden pek etki bırakmadı bende. Belki başkaları daha çok sever, ilginizi çektiyse şans verebilirsiniz.

 

 Ölümden dönenler değişirdi; ikinci bir başlangıç hakkının ender bir şans olduğunu bilenler, fıtrat gereği yaşamlarına başkalık getirmeye gayret ederlerdi.

 Hatırlamak lanettir Ayfer; bu zamana kadar isteyerek unutabildiklerin için ne kadar şükretsen az... 

 Enis, yalnızca şu son birkaç saatte değil, aslında son birkaç yıldır aynı umursamaz, yılgın, yaşamdan korkan ve kendi sığınağında zihnini meşgul eden bu hayat tarzını benimsemişti. 


27 Mart 2024 Çarşamba

Bir Karakter Meselesi 20 (Mikasa Ackerman)



 Çok sevdiğim kadın karakterlerden biri, Attack on Titan animesindeki Mikasa'dan bahsedeceğim.

 Çocukken yaşadığı bir felaketin ardından Eren'in kendisini kurtarması ve savaşması için haykırması üzerine içinde bir gücün uyandığını hissetmişti. O zamandan beri Erenlerin yanında yaşayan Mikasa kendini Eren'i korumaya adadı, çünkü Eren'den ya da herhangi bir erkekten çok daha güçlüydü. Ele avuca sığmaz, agresif Eren ne zaman kimle kavga etse Mikasa ortaya çıkıp rakipleri fena benzetirdi.

 Eren büyüyüp devlerle çarpışmak için orduya katılınca Mikasa da onu takip etti. O, Eren'i daima izledi, yanında oldu. Mikasa'nın hisleri az çok izleyiciye geçse de Eren'in onu hep arkadaşı yerine koyduğunu gördük. Durum değişecek mi diye hep merak ederek izledim ben de. 

 Mikasa o kadar özgüvenli ve güçlüydü ki devlere saldırmakta hiç tereddüt etmez, onları yıkar geçerdi. Hele de Eren'in başı dertteyse onu kimse durduramazdı. Bazen gözü döndüğü olurdu ama zekası sayesinde hep doğru hamleler yapar, devlere açık vermezdi.

 Aradan geçen yıllarda ikisi de büyüdü, gelişti. Mikasa kararlı yapısı, hızı ve gücüyle hep dikkatleri üzerine çekti. Devlerle ilgili sırlar açığa çıktıkça Mikasa Eren'deki değişimi kaygıyla izledi. Zıtlaştıkları anlar oldu ve Eren'in ağır sözleri Mikasa'yı derinden sarstı. Mikasa, Ackerman soyundan geldiği için farklı özelliklere sahipti. Hizmet ettikleri kişileri koruma içgüdüsüyle hareket eden,  sadık, güçlü insanlardı. Mikasa'nın da Eren'e olan bağlılığının altında bunun yattığı düşünülmektedir. Bana göre Mikasa'nın ona duyduğu sevgi bu bağın asıl sebebiydi.

 Sonunda Mikasa büyük bir yol ayrımına geldi ve doğru bildiği şeyi yaptı. Bu onun için muazzam irade gerektiren bir davranıştı. Karşısında durduğu ve sonuna kadar gittiği şeyi takdir ediyorum. Bu yanıyla Mikasa en sevdiğim karakterlerden biri, çünkü amacına ulaşmak için her şeyi mübah gören insanlardan değildi. Evet çok acı çekti, canı yandı ama sağlam duruşunu bozmadı. Güzel hatıraların hep onunla olacağını biliyoruz. Keşke hislerini açıkça ifade edebilseydi, içinde bulunduğu dünya ve koşullar onun en büyük engeliydi. (gifler: tenor.com) 






26 Mart 2024 Salı

Monte Cristo Kontu II (Kitap)

 


 Bu ikinci kitabı daha severek okudum. Belki de ilk kitapta giriş kısmı ve karakter tanıtımları uzun sürdüğü için biraz sıkılmıştım.

 Monte Cristo Kontu hedefine adım adım ulaşırken herkesin hayatına iyi ya da kötü dokunmaya devam ediyor. Tabii dillere destan zenginliği ve gizemli kişiliğiyle de insanlar arasında sıkça adından söz ettirmeyi sürdürüyor. Nereye gitse gözler onun üzerinde ve o soğukkanlılıkla insanların hayatına müdahale etmeyi sürdürüyor. Tesadüf gibi görünen çok şeyin arkasında o var.

 Savcı Villefort'un hanesinde gün geçtikçe kötü olaylar yaşanmaktadır. Savcı geçmişinden bir düşmanın varlığından şüphelense de kanıtı olmadığı için çaresiz kalmaktadır. Başına gelen musibetleri atlatmanın yollarını arar. Öte yandan sosyetenin ileri gelenlerinden Morcerf kontunun başı da geçmişi yüzünden derde girer. Kontun oğlu Albert babasını felakete sürükleyenin kim olduğunu öğrenmek için can atar. 

 Evlilikte ve sosyal hayatta servet en önemli konu olarak görüldüğü için insanların paradan başka şey düşünmemesi beni baydı biraz. Sürekli para mevzusu dönüyor. Kültürden kaynaklı olacak her şey gurur meselesi yapılıyor, düellolara fazla anlam yükleniyor. 

 Monte Cristo Kontunun intikam almak uğruna adım adım ilerleyişi nereye kadar sürecek bunu merak etmiştim. Düşündüğüm gibi sonlarda biraz bocalıyor ve farklı hislere bürünüyor. 

 Kitabı genel olarak sevdim. Sürükleyici ve merak uyandırıcıydı. Kont her ne kadar intikam alıyor olsa da onun geçmişiyle doğrudan bağlantısı olmayan kişilerin de bundan nasibini almış olması üzücüydü. Gerçi yine bir çoğu paragöz ve açgözlü olmanın kurbanı oldu. Kont zaman içinde, sahip olduğu güç ve ünün kölesi haline gelmiş gibiydi, bu yüzden kendini fazla kibirli bulduğumu da belirtmeliyim. Kendini yaratıcının elçisi olarak görecek boyutta körü körüne intikamına tutunmuştu. En ilgimi çeken Franz karakterinin kitapta bu kadar az yer alması ise kötüydü. 


 Ölü gibi solan Kont'un yüreğine hücum eden kan, ardından boğazına doğru yükseldi ve yanaklarına yayıldı ve gözleri kamaşmış gibi birkaç saniye boyunca etrafına kararsızlıkla baktı. 

 Belki de yüreğim başkalarından daha zayıf olduğu için onlardan daha çok acı çektim, hepsi bu.

 Düşünceler ölmez efendim, bazen uykuya dalarlar ama uyumadan öncekinden daha güçlü bir şekilde uyanırlar.

 Ahlâki yaraların gizlenseler de asla kapanmamak gibi bir özellikleri vardır; dokunulduklarında ağrımaya, kanamaya hazırdırlar; yürekte canlı ve açık beklerler.

 Sevinç, uzun süre acı çeken yüreklerde güneşten kavrulmuş toprağın üzerine düşen çiy gibi bir etki yaratır; yürek de toprak da üzerine damlayan bu iyiliksever yağmuru içine çekse de bunu hiç belli etmez.


Rüya Günlükleri 4 (Hikaye)

 Merhabalar, seriye biraz ara vermiştim, devam edeyim dedim. İyi okumalar dilerim. 😊 (Selin, öğrenci, 14 yaşında)   Ormanda yürüyorum, hava...